Tekelleşme sürecinin getirdiği sonuçlardan birisi de sendikasızlaştırma operasyonudur. Tekeller basına sahip olmaya başladıktan sonra   yaptıkları ilk işlerden birisi, sendikaya bağlı gazetecilerin, sendikalarından istifa etmelerin sağlamak olmuştur.  Durum böyle olunca gazeteciler  çalışmaya  devam etmek için istifa etmek zorunda kalmışlardır.

Böylece tekeller gazeteciye istediği zaman kapı dışarı etme haklarına sahip olmuşlardır. Hiçbir sosyal güvencesi kalmayan gazetecilerin yasal hakları kısıtlanmıştır.

“Sendikalı olmak aynı zamanda meslek bilincini de gerektirdiğinden, sendikalı iş yerlerinde çalışanların, basın ahlakına daha duyarlı oldukları gözlenmektedir.”[1]

Çünkü sendikalı olmak meslek bilinç artırarak, mesleğin daha iyi, icra edilmesini sağlar. Ve gazeteci kendini daha güvende hissettiği işini kendini tam anlamıyla vererek, daha başarılı işler çıkarır. Tekel sahipleri olayın ticari boyutuyla ilgilendikleri için en çok nasıl kar yapabileceklerini hesaplamaktadırlar. Ve tekelleşmede kar oranı maximal kardır.  Bu karı da elde etmek için maliyeti düşürmek gerekiyordu.  Ve kağıt, mürekkep v.s. gibi ham maddelerin fiyatlarını düşürürse, basın sektöründeki etkinliği azalacağından, basın sektöründe çalışanların bazı haklarını ellerinden alarak, harcayacakları parayı kısmaya çalıştılar. Ve gazetecilerden ellerinden alınan haklardan biri de sendikaydı.

Sendikasızlaştırma operasyonuyla birlikte gazetecilerin birbirleriyle olan iletişimleri de kesilmiş oluyordu.  Durum böyle olunca tekele yapacağı işler için daha fazla alan kalıyordu. Çünkü koordine olamayan gazetecilerle  tek tek uğraşmak daha kolaylaşıyor ve istediği zaman istediği kişiyi işten çıkartabiliyordu.

“Sendika Türkiye’de 1980 öncesinde oldukça güçlü olmasına karşın, bugün tamamen etkisizleşmiş durumda, 1990’ larda sendikanın neredeyse ortadan kalmış olmasının en önemli nedeninin medyadaki yeni sahiplik yapısı olduğu söylenebilir. Sendikasızlaştırma hareketinin ortaya çıkışı ile, basında çalışan “fikir emekçileri”  üzerinde gerek maddi gerekse iş güvenliği açısından önemli bir baskının oluştuğu yadsınamaz bir gerçektir. Özellikle büyük sermayenin bu sektörde yer alması bu iş kolunun ülkedeki iktidarı etkilemenin en önemli araçlarından biri oluşu, medya patronlarının sahibi oldukları kuruluşları en ince ayrıntısına kadar denetlemek istemeleri gereksinimi de kendiliğinden doğuruyordu. Böylece örgütlenmiş bir güç olmaktan uzak gazetecilerde kendi mesleklerinin gerektirdiği ilkesel doğrulardan ayrılma ve mesleki  faaliyetlerinde sahibinin sesi olma biçiminde gelişen bir tutum sergilemeye  sendika gibi etkin bir sivil toplum örgütlerinden yoksun bırakılmak  suretiyle adete  zorlanıyorlardı.” [2]

Ayrıca büyük basın kuruluşları birbirleriyle yaptıkları centilmenlik anlaşması  gereği, işten çıkarılması gereke bir gazeteciyi diğeri de işe almamakta, böylece gazeteciler işsiz kalmamak için tekelin isteği doğrultusunda gazetecilik yapmaya mecbur bırakılmaktadır.

“Sendikasızlaştırma girişiminin sonucu olarak yönetici konumundaki kimi gazetecilerin ücretleri milyarlarla ifade edilirken, gazetenin ana unsuru olan haberi izleyip yazan fotoğraflayan ya da yayına hazırlayan gazeteciler asgari ücret düzeyinde kalmıştır. “Telif Hakları” uygulamasının kötüye kullanılması da  yoğunluk kazanmış telif ücreti ödenerek çalıştırılan gazetecilerin kıdem tazminatları ellerinden alınmış, gelecekteki emeklilik haklarına da el konulmuştur. Bazen tekellerinde “Haber Havuzu” gazetecilerin bir ücret karşılığı olan emeklerinin aynı işverene ait çok sayıda gazete, dergi radyo, ve televizyonda yayınlanarak ayrıca sömürülmelerine neden olmaktadır.”[3]

Sonuç olarak; tekelleşme her yönden gazeteciyi etkilemektedir. Sosyal hakların güvencesi anlamına gelen  sendikanın etkisiz hale getirilmesi, gazeteci için  deza
vantajdır.

 

[1] Mengüverdi, a.g.e, s. 18-19

[2] Murat Özgen, “Türkiye’de Basının Gelişimi ve Sorunları”, İ.Ü. İletişim Fak. Yayınları, İst. 2001,s.71

[3] Yapar, a.g.e., s.46

 

  • Medyada tekelleşme üzerine yazılarımı ‘medya’ kategorisinden takip edebilirsiniz.