Frida Kahlo. Ressam, Feminist, Kominist ve Aşık.
—Neyi anlatmalı, neyi es geçmeli Frida ile ilgili karar vermek zor. O nedenle bir tarafı hep eksik
kalacak bu yazının, bitmeyecek—
Senden niye vazgeçtim Diego!
Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim.
Canın sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Bana yalan söylediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.
Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini anladığım zaman vazgeçtim.
Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için vazgeçtim.
Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.
Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için vazgeçtim.
Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden “sen” olduğun için vazgeçtim.
Bencil olduğun için vazgeçtim.
Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim yüceydi.
Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım.
Bu yüzden ben de senden vazgeçtim.
Frida Kahlo
İnanılmaz bir yaşam hikayesi var Frida Kahlo’nun. Yaşam hikayesi yerine yaşam mücadelesi demeli belki. Hayatı mücadele ile geçen güçlü bir kadın çünkü Frido.
“Bir fahişe olarak doğdum” diyebilecek kadar cesur, “bir ressam olarak doğdum” diyebilecek kadar da kendine güvenen bir kadın öncelikle.
Baştan alalım. Meksikalı olan Frido doğum tarihini üç yıl gecikmeli olarak Meksika devrimine rastgelen 7 Temmuz 1910 olarak kabul etti. Belki biraz da genç görünmek istedi, olabilir, olsun. Devrimin asi çocuğu tanımlamasına uymaz belki yaşam öyküsü ama devrimin güçlü kadınıydı Frida.
Frido Kahlo’nun feminizmi üzerine detaylı ayrı bir yazı yazmak mümkün. Kısacası değinelim. Hep oğlum olsun istemişim diyen babasını mutlu etmek için erkek kılığına girebilen bir feminist düşünün. Öyle bir feministti Frido. Biraz tartışmalı bir konu Frida’nın feministliği. Bazı ‘katı’ feministler Kahlo’nun bir feminist olamayacağını savunuyor.
Oysa sadece tabloları feminizmin kanıtıdır. Kendi gerçekliğini tuvale yansıttığını söyleyen Frida, kadınlık, doğum, kürtaj, cinsiyet rolleri ve daha nice sorunu cesaretle ve kendine has üslubuyla resmetmişti.
Bu açıdan baktığımızda Frido’nın yaptığı Cixous’un önerdiği dişil yazından çok da farklı değildi. Nasıl bir yazar kelimeleri bir araya getirerek sorunsalını kağıt üzerine dökerse, Frido da boyayı, fırçayı, tuvali ve renkleri araç edinmişti kendine. Resmettiği herşey bir şekilde acı çekmekte olan bir kadındı.
Patriyarkal bir toplumda yaşayan, sadakatsiz bir eşe sahip, ciddi sağlık problemleri yaşamış, anne olmak istemiş ve olamamış bir kadının resmettikleri birçok kadının anlatamadıklarıydı.
Her kadın gibi kurbanıydı toplumun, öteki idi. Ama köşesine çekilip acılarının öylece geçmesini beklemedi. Kendisi ile yüzleşirken aslında kadınlığı ile de yüzleşiyordu her fırçasıyla. Kahlo için şöyle demişti bir eleştirmen: “Bu olağandışı insanın yaşamını ve eserlerini birbirinden ayırmak imkansızdır. Resimleri onun biyogrofisi”.
Kendi yüzünden ve bedeninden yola çıkıyordu. Frido ve böylelikle “kişisel olan politiktir” cümlesinin kanıtı oluyordu.Bu nedenledir ki Frida’nın her bir tablosu biraz Simone de Beauvoir’un İkinci Cins’i, biraz Bell Hooks’un “Feminizm Herkes İçindir” i, biraz Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda”sı, biraz Butler’ın “Cinsiyer Sorunu”d ur.Listeyi dilediğiniz kadar uzatıp, resimlerle dilediğiniz kadar eşleştirebilirsiniz. Sanat tam da bu değil mi zaten.
Frido’nın kendi tabiriyle hayatında “iki büyük kaza” vardır. Bu kazaların ilki onu yatağa mahkum etmiştir. Kazadan sonra çocuk sahibi olamayacağını öğrendiğinde hayali oğlu “Leonardo” için bir doğum belgesi hazırlar Frida.
Belgeye göre Leonarda Eylül 1925’te doğar. Hayal gücünü acı ile birleştirmeye başlamıştır bile.Bir kızı değil de oğlu olduğunu hayal ediyor olması, kendisinin de bir şekilde erkeğin üstün olduğu fikrini içselleştirmiş olduğunu fısıldayabilir size.
Ben bu fısıltıyı oğlan kardeşinin olmamasıyla bağdaştırıyorum. Hayali oğlu Leonardo’nun Eylül ayında doğmuş olması ile Eylül’ün hüznünü bir ekz daha açıklayan bir veri olabilir kendimce.
Yatağa bağımlı olduğu günlerde babasının aldığı fırça ve tuval, annesinin yatağının üzerine astığı ayna hayat vermişti Frido’ya. Aynadan kensi aksine bakıp, gördüğü farklı yüzleri resmetmişti.
Ne bir akım kaygısı vardı, ne de toplumda ressam olarak yer edinme. Yaşam öyküsünü yazan bir yazar gibi kendi portrelerini yapıyordu. Yatağa bağımlı bir bedenle olabildiğine özgür bir ruhun ortaya çıkardığı tezattır belki de onu bugün bildiğimiz kadın yapan.
Yaşaması bile bir mucizeyken, yürümeyi başarabilecek kadar inatçıydı ve asıl savaşı aslında bundan sonra başlamıştı. Aşık oldu.
Hikaye buradan sonra bazılarına ters düşmektedir. Çünkü bazılarının feminizmi ile uyuşmaz Frido’nun aşkı. Kendisini aldatan bir kocaya, her şeye rağmen, tapmaktır Frido’ya göre aşk. Yok edicisine boyun eğen bir kadın. Öyle midir gerçekten?
Başa dönelim yine. İki büyük kazadan bahseder Frida. Birincisini zaten biliyoruz. İkincisi ise; Diego’dur. Aşık olduğu adam. Komünist, Ressam Diego Rivere.
Kendisinden yirmi bir yaş büyüktü Diego. İki kez evlenmişti, çocukları vardı. Çapkınlığı ve sadakatsizliği ile tanınırdı. Birçok kişi gibi Frido’nın annesi de evliliğe karşı çıkıyor, aralarındaki ilişkiyi bir güvercin ile filin birlikteliğine benzetiyordu.
Ona göre Diego “çok yaşlı, çok şişman ve daha da kötüsü bir kominist ve ateist” idi. Doğrusu Diego koca bir çınar gibiydi ve Frido küçüğü idi onun. Olması istenmeyendi aşk, sınır çizilendi ancak adına yaraşır şekilde kendi bulup, var etti kendini.
Birbirlerine aşıklardı fakat hep olur ya “ama” vardı ilişkilerinde. ‘Çalkantılı’ basit bir kelime belki ama evet ‘çalkantılı bir aşk’ idi onlarınki. Herkesin başarısız olacaklarına inandığı bir evlilik yaptılar, belki de herkesin başarısız olmasını istediği bir evlilik.
Birlikte büyük acılar yaşadılar; sağlık sorunları, düşük, mesleki başarısızlık, sadakatsizlik. Bazen karşılıklı.
Diego’nun Frido’nun kızkardeşiyle birlikte olmasının ilişkilerinde büyük yara açtığı söylenir. Frido’nun da farklı kadın ve erkeklerle dahası Meksika’da sürgünde olan ve evlerinde misafir ettikleri Troçki ile birlikte olduğu da yazar kaynaklarda. Bir dönem boşanırlar ancak ayrılık aşklarını bitiremez, yeniden evlenirler.
Onlarınki sadece aşk değildi; yoldaşlık, dostluk, annelik, babalık, çocukluk, meslektaşlıktır da. Biribirlerini “ülkenin en iyi ressamı” olarak nitelediler. Destek oldular biribirlerine.
Başkalarının tenlerinde bulsalar bile dönem dönem kendilerini, hep birbirlerinde buldular huzuru ve huzursuzluğu, kısacası hayatın ta kendisini.
Sağlık sorunları yaşarken de, kocasıyla olan fırtınalı ilişkisinde de, mutlu günlerinde olduğu gibi resim yapmaya devam etti Frido. Amerika’da ve Fransa’da sergilere dahil oldu.
Ülkesindeki ilk kişisel sergisinde yataktan çıkmaması öğütlenmişti, çareyi yatağı sergi salonuna taşıtmakta buldu. Öyle de güçlü, öyle de inatçı idi.
Ölümden sonrası için “Yatarak çok fazla vakit geçirdim. Yakın sadece” diyerek yaşamın ölüm dahil tüm trajedilerine gülebilen bir kadındı. 13 Temmuz 1954’te gözlerini yumdu Frida. Gömülmedi, çok yatmıştı zaten. Yakıldı. Külleri şimdi müze olan Mavi Ev’de sergileniyor.
Saplantılı denebilecek kadar aşık bir kadındı Frido. Eğer boyun eğdiyse de aşk için boyun eğdi.
Aynı hikayeye bakıp Frido’ya yenik ve güçsüz bulabilirsiniz ya da güçlü bir kahraman. Aynen onun aynı yüze bakıp, farklı kadınlar yaratması gibi. Gücü de, sırrı da belki buradadır.
Saplantılı denebilecek kadar aşık bir kadındı Frido. Eğer boyun eğdiyse de aşk için boyun eğdi. Aynı hikayeye bakıp Frido’yu yenik ve güçsüz bulabilirsiniz ya da güçlü bir kahraman. Aynen onun aynı yüze bakıp, farklı kadınlar yaratması gibi. Gücü de, sırrı da belki buradadır.
Frido’ya…
Bir yanıt yazın