Geçen gün sosyal medya sayfalarından birinde bi ileti gördüm. Doğruluk derecesini düşündüm kendi kendime. Demişki: “Eskiden her yerde magazin haberi gördüğümüzde şikayet ederdik. Şimdi o günleri özler olduk. Her yer kan , her şiddet..” acaba öyle miydi gerçekten? Şimdi gerçekleri görmek mi bizi ürkütüyor? Yoksa eskiden hiç derdimiz tasamız yoktu ve bu nedenle işi eğlenceye mi vurmuştuk? İşte bunları düşünürken üniversite bitirme tez konum aklıma geldi…
2006 İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümü bitirme tezimin konusu; “Türk Basınında Tekelleşme Olgusu ve Yeni Gazetecilik Anlayışı” idi. Bu tezi hazırlarken amacım; 1980 sonrasında oluşan tekelleşme olgusu ve tekelleşme ile birlikte basında meydana gelen değişim ve bu değişim sonucunda oluşan gazetecilik anlayışını incelemekti.
Ve bu çalışmanın ortaya çıkmasında ve yayınlanmasında emeği geçen, her zaman öğrencilerin yanında olan ve manevi her türlü desteğini vermekten kaçınmayan Dekanımız Prof. Dr. Suat Gezgin’e, bana yol gösteren, bilgilerini ve manevi desteğini hep yanımda hissettiğim Danışman Hocam Yrd. Doç. Dr. Güven Necati Büyükbaykal’a ve engin tecrübelerini benimle paylaşan ve tezime büyük katkı sağlayan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sayın Orhan Erinç’e minnettarlarımı sunmak isterim tekrar.
Uzun bir araştırma sürecini kapsayan bu tezim yıllardır cilt halinde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin kütüphanesinde bir de benim kitaplığımda tozlanmış duruyordu. Belli konu başlıkları altında bloğumda yayınlamaya karar verdim. Umarım herkes için faydalı olur.
8 yıl önce yazmış olduğum tezimin tüm çıplaklığı ile tezden çıkıp, gerçeğe dönüştüğünü ne acı şekilde öğrendik hep beraber…Ve tabiki penguenler…
Kitlelerarası iletişimde yürütülen politikalar o kadar entrika dolu ki , Dallas dizisi bile halt etmiştir. Belli gruplar kendi menfaatleri doğrultusunda bırakın ülke gündemini, dünya gündemini bile değiştirebiliyor.
Kamuoyunu aydınlatmak, bilgilendirmek ve kamuoyunun yararını ön planda tutmak zorunda olan basının ve gazetecilere verilen önemin gün geçtikçe yozlaşmaya başlaması, bu konu da acil bir takım önlemlerin alınması ve yaptırımların uygulanması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Fakat hiçbir yasal önlem alınmamakla birlikte, ticari bir anlayışın hakim olması ve tiraj kaygısıyla yapılan haberler nedeniyle halkın basına olan güveni sarsılmış durumdadır. Toplum mühendisleri olarak da nitelendirilen gazeteciler, toplumu yönlendirme açısından çok önemli görev üstlenmiştir. Fakat onların mesleki tutumlarını yönlendiren basın ahlak ilkeleri göz ardı edilerek, ticari ve reyting kaygısı ile topluma sahte gerçekler yansıtılmaktadır. Okurlar kurban durumuna sokularak, okurların katılımcı olması engellenmektedir.
Basında tekelleşme var mıdır? Yok mudur? Tekelleşme kavramı yıllarca tartışılan ve üzerine kitaplar, makaleler ve eleştiri yazıları yazılan gerçekten önemli ve ağır bir konudur. Basında tekelleşmenin olduğunu kabul eden ve eleştiren kitlelerin yanında, tekelleşmeyi kabul etmeyenler de vardır.
Ama şu bir gerçek ki 1980 sonrasında Türk basınına gözle görülür bir darbe indirilmiştir. 1980 darbesi olarak adlandırılan Türk siyasi tarihinde de çok önemli yeri olan kritik bir dönem atlatılmış ve bu kritik dönemde en büyük darbeyi alanlardan birisi de basın olmuştur. Bu dönemde ülkeyi sakinleştirmek ve olan bitenden halkın haberinin olmaması gerekiyordu. (Yıl 2013-2014 ve Tarih tekerrür ediyor !!! Bu senaryo tanıdık geldi değil mi? ) Böyle bir dönemde en kestirme yol basını susturmak olmuştur. Ülke gerçeğini yansıtmaktan ziyade boyalı, süslü, püslü haberlerin yapılması için baskı uygulanmaya başlamış ve magazin kültürünün başlaması da bu döneme rastlamıştır. Magazin ve bol fotoğraflı haberlerin kullanılmaya başladığı bu dönemde sisteme karşı çıkan, susturulmak isteyen fakat susmayan birçok gazeteci de faili meçhul cinayetlere kurban gitmiştir. Ya da devlet tarafından susturulmak istenerek onlarca yıla mahkum olup hapse atılmıştır.
1980 sonrası Turgut Özal ile birlikte getirilen liberal sistem ile Türk halkı tanıştırılmıştır. Halk o güne kadar yaşanan en büyük değişimlerden birini yaşamıştır. Fakat halk bu sisteme yabancıydı. Ve halkın bu sistemi benimsemesi ve sevmesi gerekiyordu. İşte bu noktada halka bu sistemi tanıtma görevi gazetecilere düşüyordu. Ve bu işi bazı köşe yazarları üstlenmiştir. Böylece gazetecilik anlayışı farklı bir boyuta girmiştir.
Bunun yanında 1979 yılında gazetecilik mesleğinden uzak, Aydın Doğan’ın da Milliyet’i satın alması ile Türk basını yediği darbe üzerine çok farklı bir yöne doğru gitmeye başlamıştır. Zamanla gazetecilikten gelen patronların yerine sermaye sahibi patronlar geldi. Ve gazetecinin temel görevi olan kamuoyunu aydınlatmak ve bilgilendirmek göz ardı edilmeye başlanmış ve ilk amaç para kazanmak olmuştur. Ve tekelleşmenin de böylece tohumları atılmış oldu. Çünkü ilk sermaye sahibi patron Aydın Doğan olarak kalmamıştır. Ve zamanla görsel ve yazılı basın tek elde toplanmaya başlamıştır.
Gazeteciliğin asıl amacının kamuoyunu aydınlatmak olduğu gerçeği göz ardı edilince, halkın da basına karşı olan güveni sarsılmıştır. Gazete yöneticilerinin de meslekten uzak kişiler olması, gazeteci kimliğini sorgulamaya yöneltmiştir.
Gazeteci kimliği sorunu Türkiye’de olduğu gibi aslında dünya da yasalarla çözülmeye çalışılmış; fakat çözülememiştir. Net bir gazeteci tanımının olmaması, bu mesleğin kimler tarafından yapılabileceği ve bu mesleği yapacak olanların hangi kriterleri taşıması gerektiği gibi ana hatların değişmesiyle gazetecilik basit hale getirilmiş ve gazeteciliğe duyulan itimat yerini güvensizliğe bırakmıştır. Öte yandan her yıl gazetecilik fakültesinden mezun olan binlerce gazeteci adayı da hüsrana uğrayarak, çok azının mesleğini icra ettiği ve geri kalan yüksek bi oranın da gazeteci adayı olarak hayatının sonuna kaldığı ve aldığı diploma ise ancak entellektüel ortamlarda hava atabileceği bir araç olmuştur.
Gazetecilik diplomamın yanında 4 yıl çeşitli tv kanallarının haber merkezinde çalışmış ve asla diploması sorulmayan biri olarak yazıyorum. Almış olduğun diplomanın kayıtlı olduğu bir meslek kurumunun olmaması çok acı. Magazinleştirilmiş basın ile birlikte sadece görselleğe hitap eden kişilerin basın çalışanı olarak anılması konusuna girmiyorum bile… Bu konu çok uzar.. Televizyon gazeteciliği başlığı altında ayrıca ele alınması gereken bir konu…
Konumuza geri dönecek olursak;
Türk basınındaki tekelleşmenin nedenleri ve sonuçlarını ele alınırken; tekelleşme sonucunda oluşan gazetecilik anlayışını da incelemek gerekir. Tekelleşme süreci üç başlık altında ele alınabilir. Birinci aşama; medyada tekelleşme kavramıdır. Bu noktada tekelleşme ile birlikte yatay, dikey ve çarpraz tekelleşme olmak üzere 3 tekelleşme türü ortaya çıkmıştır.
Tekelleşme, sermayenin basın ele geçirmesiyle başladı ve bunun yanında önemli sorunlardan birisi de oligopolleşme ve kartelleşmedir. Bu iki kavram üzerinde biraz durularak; özellikleri, çeşitleri ve sonuçları üzerine bi sonraki yazımda derinlemesine inceleme yapacağız.
Tekelleşmenin ikinci aşaması ise; 1980 sonrasında medyada meydana gelen değişim ve 1979’da Aydın Doğan’ın Milliyet’i satın almasıyla başlayan tekelleşme süreci ve ardından devam eden diğer sermaye sahibi patronların medyaya girmesidir. Ayrıca basını tekelleşmeye iten nedenler, promosyonlar, özel televizyonların durumu, karteller ve çok önemli bir konu olan sendikasızlaştırma operasyonudur. Sendikasızlaştırma operasyonu basın tarihinde yapılmış en büyük operasyonlardan biridir. İlerleyen yazılarımda; özellikle sendikasızlaştırma operasyonun başladığı dönemleri yaşamış, uzman gazeteciler ile bire bir yapmış olduğum röportajlara da yer vereceğim.
Tekelleşmenin üçüncü aşaması ise; tekelleşme sürecinin gazeteler üzerindeki etkisidir. Çalışırken; gazetecilere yapılan haksızlıklara, nasıl kandırıldıklarına ve gazetecilerin ellerinden alınan yasal hakları ve bu süreç sonrasında oluşan gazetecilik tipleri de önemli bir bir konu başlığıdır.
Özellikle 212 sayılı yasanın uygulanmaması ve sendikasızlaştırma operasyonu ele alınarak, bu dönemde gazetecilik yapmış kişilerin çektiği zorluklar ve neden sendikasızlaştırmayı kabul edip holdinglere mahkum olmayı tercih ettikleri önemli noktalardan birisidir. Aslında holdinge mahkum olmak bir seçenek değildi, örtülü bir tehdit konusudur.
Medya patronlarının öncelikli amacı kâr elde etmektir. Sonuçta iş adamı oldukları için amaç kurumu ayakta tutmak ve bu kurumdan para kazanmaktır. Ve maksimum kârı elde etmek içinde bazı maddi kısıtlamalar yapılmaktadır. Bu kısıtlamaları kullandığı teknolojiden yapması imkansız. Çünkü bir gazetenin çıkarılması ya da bir televizyon programının yayınlanması için olmazsa olmaz bazı teknik malzemeleri vardır. Eğer bu teknik malzemelerden kısıtlama yaparsa kalite düşer. Ve bu noktada kısıtlama ve ya tasarruf yapılacak en kolay yöntem insan emeğidir !!! Ya çok az maaş vererek ya da işten çıkararak tasarruf yapılması tercih edilmiştir. Bu nedenle tekelleşmeye bir de gazetecilerin gözünden bakmakta fayda bulunmaktadır.
Ve tüm bu sıraladığımız başlıklar sonucu; tekelleşme sürecinde, gazetecilik anlayışının bu çerçevede nasıl etkilediği, bu sistemi kabul eden gazetecilerin, gazeteciliğin etik kimliğinden vazgeçerek oluşmaya başlayan gazetecilik anlayışı ve bu oluşan yeni gazeteci tipleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Yani günümüz ve son 10 yılın basın anlayışı…
Basın, medya analizlerim ve tekelleşme ile ilgili yazılarım devam edecek..
Sevgiler
Zeynep
Zeynep KAM– 2006 İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bitirme Tezi “Türk Basınında Tekelleşme Olgusu ve 1980 sonrası Ortaya Çıkan Yeni Gazetecilik Anlayışı”
- Medyada tekelleşme üzerine yazılarımı ‘medya’ kategorisinden takip edebilirsiniz.
11 Ocak 2015 at 15:06
Güzel bir yazı.Basın özgürlüğünü güdükleştirmek için tekelleşmenin yolunun açılması gerekiyordu.Basın patronlarının ticari hayattaki engellerinin kaldırılması işin kırılma noktası zaten.
25 Ocak 2015 at 01:13
Merhaba Faik Bey,
Yazımı beğendiğiniz için çok teşekkür ederim. İçerik enformasyonunun çıldırmış noktasına gelmiş günümüzde böyle yazıların birileri tarafından farkedilmiş olması mutlu ediyor.
Saygı ve sevgilerimle
Zeynep