Son günlerde sabırsızlıkla beklediğim Türk filmlerinde biri AYLA… 27 Ekim’de vizyona girecek AYLA ile ilgili içeriği paylaşmadan önce kısa bir anımı paylaşmak istiyorum.

Yaklaşık 6 yıl önce işsiz kaldığım bir dönem. Artık o kadar bunalmışım ki ne iş olsa yaparım modundayım. Arkadaşlarımdan biri bir gün aradı. “Tekstil firması tanıdığım var, ortalığı toparlayacak aynı zamanda pazarlama ve reklam işlerine bakacak birisine ihtiyaçları var. İlgilenir misin?” dedi.

Tereddütsüz şartlarını bile öğrenmeden , görüşmeye gittim. Ertesi gün de işe başladım. Asgari ücretten bi tık üste bi maaşla… Nişantaşı’ında mağazası olan, Osmanbey civarında da üretimi olan bir tekstil firmasıydı. Zamanımın çoğu atölyede geçiyordu. Alışkın olmadığım bir ortamdı. Üst katta tekstil makineleri ile makineci, overlokçu, ortacı, kalıpçı ve ustalardan oluşan bir ekip vardı.
İlk günlerde birbirimize uzaylı gibi bakıyorduk. Öğle yemekleri de orada yapılır, herkes mutfakta parti parti yemeğini yerdi. İlk zamanlarda yemeğimi alıp, kendi masamda yerdim. Zamanla yanlış bir şey yaptığımı fark ettim ve hep beraber mutfakta yemek yemeğe ve iletişim kurmaya başladık.

Hayatımda gördüğüm en enteransan hayat hikayelerine şahit oldum. Evde babasından sürekli dayak yiyen ve hep uykusuz işe gelen genç bir kız vardı. Belli ki çok derdi vardı. Ben de dertleşip, derdini deşmek istemediğim için hiç soru sormazdım. En azından iş yerinde mutlu olsun diye minik sürprizler yapar, alt katta işim azaldığında yukarıya çıkar yardım eder, şakalaşır eğlenirdik. Gülmeye o kadar açtı ki, beni görünce bile gözlerinin içi gülerdi. Arada da Türk kahvesi yapıp, kendimizi ödüllendirirdik.

Bir başka hikaye ise; sokak kavgasına karışmış ve can havli ile kendini savunurken, birisinin ölümüne neden olmuş, 6 yıl hapisde yatıp gözetimli olmak üzere, iyi halden serbest kalmış ve bir yerde çalışması gerektiği için eski işyerine geri dönmüş, 25 yaşlarında bir genç bir adamın hikayesi. Hayatımda ilk kez birisini öldürmüş biriyle aynı masada yemek yedim. Hikayesini duyunca korkarak, uzun bir süre uzaktan izledim. Sonra da arkadaş olduk.

Bana hep “Zeynep Hanım” derdi. Zeynep, diyebilirsin bana derdim. “Yok sen üniversite okumuşsun ben okuyana saygı duyarım” derdi. Bana sürekli üniversite ile ilgili bir şeyler sorar, benden okuyacağı kitaplar için tavsiyeler alırdı. Liseyi bitirmişti. Aralarda yaptığımız derin sohbetlerden sonra onu açıköğretimle üniversiteye okumaya ikna etmiştim. İkna olduğunda gözlerindeki yaşam umudu, kalbimin en derinlerinde hissettiğim bir sızı ile gözlerimi doldurmuştu.

Ama esas kahramanım Aret Usta’ydı. Atölyenin kalıplarını çıkarırdı. Yanında takıla takıla kalıp çıkarmayı bile öğrenmiştim. Bir gün alt kata yanıma geldi. “Zeynep Hanım kızım” derdi bana. Eline 2 bardak su bardağında çay almış geldi, yanıma oturdu.

Sen “gazeteciydin dimi” dedi. Evet “Aret Usta” dedim. “Senin elin kalem tutar o zaman. Senden yardım isteyeceğim” dedi. Heralde dilekçe falan yazdıracak diye düşündüm. “Tabiki elimden ne gelirse yardımcı olmaya çalışırım” dedim.

“Ben geceleri senaryo yazıyorum. Bir yarışmaya katılacağım. Ama yazım yanlışı çok yapıyorum ve cümlelerim hep yarım ve yanlış. Sana versem okuyup, düzenleyebilir misin yazıyı?” dedi. Gözlerim fal taşı gibi açılmış dinliyordum. Senaryonun ne olduğunu bile bildiğinden şüphe edeceğim birisi, film senaryosu yazdığından bahsediyordu bana. Bir kaç dakikalık donma anından sonra kendime geldim ve tabiki yardımcı olurum dedim.

Sonra bana bir tomar dosya kağıdı getirdi. Her gece el yazısı ile yazı yazıyormuş. İnanılır gibi değildi. Eve gidip, neler yazdığını okumak için ölüyordum. Bizim çalışmamız 1 ay sürdü. Her gün bana kağıtlar getiriyor ben de bilgisayarda her gece yazıları düzenliyordum. Hikayesinde Kore Savaşı’na giden bir Türk astsubayının hayatını anlatıyordu. Kore’de rehin kalıp, 50 yılını Kore’de geçirmiş, 17 yaşında ayrıldığı vatanına, 67 yaşında dönen bir askerin hikayesi… Hikayeyi nefesim kesilerek, okuyordum ve her gün bana yeni yazılar versin diye heyecanla bekliyordum. Sonra yollarımız ayrıldı. O yarışmaya katılabildi mi? bilmiyorum… Ama tanıdığım ilk ve en değerli senarist Aret Usta’ydı.

Gelelim AYLA’ya … Savaş hikayeleri, oldum olası etkilemiştir beni. Ve bu filmde de Aret Usta’yı gördüm, hissettim. Bu nedenle heyecanla bekliyorum AYLA’yı..

Kore Savaşı’nda ölümden kurtardığı küçük bir kız çocuğunu evlat edinmek için hayatının akışını değiştiren Astsubay Süleyman Dilbirliği’nin yaşam öyküsünü anlatan AYLA’nın film afişi yayınlandı. Türkiye’nin Oscar adayı olan filmin afişinde minik oyuncu Kim Seol ile birlikte Türk oyuncular dikkat çekiyor. Ayla, Güney Kore ile aynı gün 27 Ekim’de Türkiye’de sinemalarda yayına girecek.

Yapımcılığını Mustafa Uslu’nun üstlendiği Can Ulkay’ın yönettiği, müziklerini Fahir Atakoğlu’nun yaptığı AYLA, yeni afişiyle izleyicileri salonlara davet ediyor. Filme konu olan ve halen yaşayan Astsubay Süleyman Dilbirliği’nin de aralarında bulunduğu Türk askerlerinin Busan Limanı’na çıkış tarihleri olan ekim ayında hem ülkemizde hem Güney Kore’de aynı gün; 27 Ekim’de sinemalarda.

Kore Savaşı’na katılan Türk askerlerinden biri olan Astsubay Süleyman Dilbirliği’nin, savaş alanında bulduğu, ailesi öldürülmüş küçük bir kız çocuğunu tüm taburla birlikte sahiplenmesinin ardından ayrı düşmelerini ve yıllar sonra yeniden buluşmalarının gerçek hikayesini anlatan AYLA, şimdiden en çok merak edilen filmleri arasında yer aldığı üzerine de birçok söylem duydum. Warner Bross’un dağıtımcılığı üstlendiği filmin sponsorları ise THY ve Ziraat Bankası…

Oyuncu kadrosu başlı başına bir yıldızlar geçidi olan AYLA’da; İsmail Hacıoğlu ve minik oyuncu Kim Seol ile birlikte Çetin Tekindor, Ali Atay, Murat Yıldırım, Taner Birsel, Altan Erkekli, Büşra Develi, Damla Sönmez, Sinem Uslu, Meral Çetinkaya, Erkan Petekkaya, Eric Roberts, Cade Carredine, Kim Byoungsoon, Johnny Young, Mehmet Esen, Caner Kurtaran, Burç Kümbetlioğlu, Duygu Yetiş, Ali Barkın, Nilgün Kasapbaşoğlu, Mine Teber, Esra Dermancıoğlu, Toygan Avanoğlu, İlber Gürtunca gibi yerli ve yabancı 32 oyuncu göz kamaştırıyor.

Şimdiden iyi seyirler…

ZK